17 Eylül 2014




SARMAŞIK


(Annem, misafir etmediği ve gelmelerinden pek hoşnut olmadığı çok konuk ağırlardı evde… Babam davet ettiği hâlde gelenlerle ilgilenmezdi pek… Uzun uzun kimsenin (o zamanlar benim) anlamadığı siyasetten, devletten konuşurdu.  Gençken annemi çocuklarla bırakıp, Ankara’da Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde özel garsonu olarak hazırladığı menülerden, gelen konukların nasıl ağırlanması gerektiğinden, masada neler konuşulduğuna varıncaya kadar anlatırdı. Anlatırken sızardı. Annem geriye kalan zamanda gelenleri yeme/içme konusunda ihya eder. Kendisinin yaşadığı hayata içten içe imrenen insanlara, babamla hayatın sıkıntılı dönemlerini anlatırdı. Aslında kıskanılacak bir hayatı olmadığını, kıskanılacaksa sabrının kıskanılması gerektiğini üstüne basa basa enjekte ederdi misafirlere… Giderken annemin sabrına mazhar olduklarını görürdüm yüzlerinde.)

İş yerlerimize yakın semtlerde oturmak zorunda olduğumuzdan, görüşebilmek, hayatımızı paylaşabilmek için tatil günlerini beklemekten başka çaremiz yoktu, nitekim hâlâ öyle…

Bazı hafta sonları, yolu İstanbul’a düşen arkadaşlarımızı bana sormadan misafir eder, en son bana haber verirdi. “Hayır, hafta sonunu seninle geçirmek istiyorum.” dediğimde surat asar, söylenirdi. Ben kabul edinceye kadar devam ederdi bu süreç… Birbirimize olan özlemi, basit bir seks birlikteliğiymişçesine “Bir hafta sonu sevişmesek ne olur!” derdi. Misafir için sevişmekten vaz geçerdik ne gam! Bense işi gırgıra vurup, kocası tarafından memnun edilemeyen kadın çaçaronluğuyla ya da “Her zaman insanın başı mı ağrır ulan” diyen bir dölsaçanın sesinden: “Gelsinler bakalım ama sakın güler yüz göstermemi bekleme haftaya keseceğim cezanı!” derdim. “Ah evet, yine onun istediğini yapıyoruz.”  



Ben misafiri çok severim, yalnız kendi davet ettiklerimi! Misafir ağırlama günü geldiğinde, erkenden alışveriş yapılır, ufak ve doyurucu aperatiflerle donatılır masa. Yanında bir kova sangria da cabası… Ben iki kadeh içince tüm o damızlığım gider, yerine hoş sohbet biri gelir, işte tam bu zamanlarda çalardı kapımız…

Ben güler yüz gösterdikçe, sessizleşirdi. Sessizliğinden anlardım gizlice içtiğini… Ufak bir müdahaleyle yatağına yatırır geri dönerdim… Misafirleri bir anda benim davetlim hâline gelirdi… Kuru yalakalığı sevmediğimden “Ay çok mükemmel bir çiftsiniz.” diyenleri tersler “Duvar sarmaşığını bilir misiniz siz? İşte duvar olan o, sarmaşık olan benim! Ben sarıldıkça o iyileşiyor. O sarmama izin verdikçe ben çiçekleniyorum!” derdim…


Misafirlerimiz giderken içten içe bilirler artık: aslında başkalarında gördüklerini sandıkları ve aradıkları o muhteşem aşk, sanıldığı kadar kusursuz değildir. Karşılıklı kusurların toplamıdır aşk… Ve ona tahammül edebildiğiniz kadar vardır! N

4 yorum:

Ogaybende dedi ki...

Misafir Odasında olmasakta yine ben :))

Son paragraf her şeyi anlatıyor aslında, her şeyin bir özeti.

Nakhar dedi ki...

@O gay ben de; Misafir odası deyince aydım duruma! Yanlışlıkla mı sildik, hiç mi eklemedik anlamadım? Bahanesi yok halledildi efendim, söylemene sevindim :)

Evet genellikle özet geçiyorum son paragraflarda :)

Unknown dedi ki...

Muhteşem bir anlatım olmuş. Benim ilişkilerim de hep uzundur. Kısacası kişiler değişse bile sevgilimin olduğu gerçeği değişmez. Dışarıdan bakanlar da aynı senin dediğin gibi düşünür. Aslında bilmezler ki ben sadece sevdiğim istedikçe ona sarılan bir varlığım. Kusurlarımızla bir bütünüz.. çok tatlı anlatmışsın.

sevgiler

Nakhar dedi ki...

@Kaan Arer; İlişkilerin kusurlarını seviyorum, kusursuz mutluluklar bana yapay geliyor... Belki de gülümsemek için diyetini önceden ödeyen bir ailede büyüdüğüm içindir :) Böylesi daha güzel... Beğenmene sevindim