29 Temmuz 2014

 


TEKNE KAZINTISI


Acılarımız hâlâ taze, biz henüz büyümüş hissediyorduk… Büyüdükçe biz, ölümlerimiz de hayata kattığımız yaşamlar gibi artarak çoğalıyordu. İlk kez bu bayram öncesi “tek başıma” arife günü babamı yalnız ziyaret etme fırsatı buldum. Yıllara yayılan birikmiş ve bastırılmış tüm hislerimle: Henüz hayatımın başında terk etmiş olmasına kızgınlığım. Tam baba-oğuldan öte arkadaş olacak zaman bırakıp gitmiş olmasına kırgınlığım; diğer aile bireylerinin onun gidişini yanı başlarındaki eşleri ve çocuklarıyla kolayca atlatabilirken yalnız kalmış olmaya içerleyişim. Annemin zaman zaman kızıp “Hortlayasıca!” zaman zaman özlemle “Yanımda olsaydı!” şeklinde ortaya çıkan değişken duygularına karşı, içimdeki onca anlam karmaşası içinde mezarlığın arasında -babama doğru- yürüyordum!

Yürüyorum, yalnızım ve giderek güçsüzleşiyor, ayaklarım asfalta yapışıyor, dizlerim titriyor, yutkunuyorum, gözlerim doluyor, kendimi toparlıyorum “Hayır ağlayamam, şimdi olmaz!” Yürüyorum yol uzuyor, ben bir adım atıyorum, babam iki adım uzağıma düşüyor mesafe açılıyor! İnsanları izliyorum kovalara su dolduranlar, ellerinde dua kitapları taşıyanlar…

Ben ne su götürüyorum babama, ne okuyacak bir dua biliyorum, pardon pardon hatırlıyorum: aklıma bir dua geliyor…

Sonunda ulaşıyorum… Başını kaldır diyorum içimden sağ tarafıma bakıyorum Körfez ayaklarımın altında! “Ne de severdin sen denize nazır evleri!” Denize nazır bir mezar babamınki…

Mezar taşındaki ismi yabancılaşıyor: “Babamın ismi neydi?” Dur işte orada! Yolun hemen kıyısında… Yutkunuyorum! Hayır, hayır, hayır…


 


İçimden selam verip ayak ucuna oturuyorum, gözlerimden yaşlar akıyor, ellerimle otları koparıyorum, dua bitiminde amin der gibi gözlerimi siliyorum, siliyorum ağlıyorum. Sahne ışıkları hep daha çok ağlayanlarda olduğundan ben hiç ağlamamıştım ki! Kimdi onlar? Benden rol çalanlar kimdi? Babamı hiç sevmeyenler onlar değil miydi, anlamayanlar?

Hiç ağlamadığım şekilde ağlıyorum, hiç dokunmadığım gibi dokunuyorum toprağına, ellerime otlar batıyor koparıyorum, onların acısına mı babamın acısına mı ağlıyorum birbirine karışıyor her şey!

Küçük bir taş alıp, birkaç gün önce yağmış yağmurun yumuşattığı toprağı eşeliyorum, sonra daha büyük sivri bir taş bulup daha çok temas ediyorum toprağına! “Ah bi su kabım olsaydı.” diyorum. O sırada iki küçük çocuk “Çapa yapalım mı ağabey? Gönlünden ne koparsa!” diyorlar. "Tamam yapın" diyorum. Biri alelacele elindeki kazmayı vurup toprağı eşeliyor, diğeri sağa sola bidonla su döküyor…

“Sadece çapa yapın, suyu bana bırakın” diyorum. Onlar gidince, tuttuğum gözyaşlarımı yeniden bırakıveriyorum… Mezarının dört bir tarafını yavaşça yıkıyorum… -O gün hastanede insanlar onu yıkarken dokunamamış olmanın tüm özlemiyle!- hıçkırıklarım arasından “Çok yalnızım” çıkıveriyor!  Bir dua ediyor ve ayrılıyorum…

Geri dönüş yolunda “Benim asi oğlum beni ziyarete gelmiş, bak komşu bu benim tekne kazıntısı!” dediği, hastanede son gördüğüm günkü sözleri beynimde yankılanıyor… N