17 Ağustos 2015



KÜTÜR KÜTÜR DEKADANS

Bir kitap düşünün; kütür kütür imgeleri olan, karanlık bir hikâyenin içine sizi alıp kapıya, ilerideki ışığa kadar götüren ve kapının ardında ne göreceğinizi size bırakan bir kitap: Dekadans ve Ölüm!

Ölümlerden ölüm beğendim okurken...

Korku hikâyelerinden bahsetmiyorum, nereye gideceğini kestiremeyeceğiniz hikâyelerden bahsediyorum.

Hayal kurmayı bırakmamış olanlara...


10 Temmuz 2015

Sesini D(uygu)r




SESİNİ D(UYGU)R!

Bu sabah çok sevgili(!) Cumhurbaşkanımızın konuşmasını dinledim: “Tam da ben Çin seyahati gerçekleştirecekken Asyalı vatandaşlarımıza yapılan saldırılar bir provokasyondur.” diyordu, haklıydı. Fakat bu kışkırtıcı olaylar yine aynı Devlet Büyüğümüzün “Ey Çin! Haddini Bil!” tadındaki söylemlerinden sonra başlamadı mı? Evlerde zor duran, birilerinin bir şey söylemesini bekleyip, “Tekbir, Allah-u Ekber!” diyerek şiddeti meşrulaştırmaya çalışan, haritada bana Doğu Türkistan’ı göster desem bön bön bakacak bir yüzdelik dilimimiz var. (Kadınlar burkalı, adamlar alabildiğine sakallı, sorsan “Cihat” yapıyorlar.) N


Bu konu hakkında Mehmet Söylemez’in yazılarından derlediğim aşağıdaki kısım çok ilgi çekici, anlaşılır hâle getirmek için ufak eklemeler var: 

Bir kere şu hususu hemen belirteyim. Günlerdir sosyal medyada paylaşılan fotoğrafların çoğunun Uygurlarla hatta Çin’le alakası yok. Aynı zamanda sunulan haberlerin çoğunda da dezenformasyon (bilgi çarpıtma) var. 

Tabi ki Çin, Uygurlara el bebek gül bebek bakmıyor, uzun vadeli bir asimilasyon politikası var ve son yıllarda belirli nedenlerden (haklı demiyorum) artan inanç ve ibadet özgürlüğüne dair kısıtlamalar geliyor. Fakat bunlar yeni şeyler değil. Yani bilinç oluşacaksa oluşması gereken en önemli bilinç Çin’in Uygurlara yönelik asimilasyon politikalarına dair olmalı ve kampanya yapılacaksa bunun aleyhinde kampanya yapılmalı. O şekilde Uygurlara şu anki durumdan daha çok faydalı olunur diye düşünüyorum. Üstelik her şeye rağmen Çin’in yıllardır uyguladığı azınlık politikaları 2015 Türkiye’sinin azınlık politikalarından daha iyi özelliklere bile sahip. Mesela Çin’in tek çocuk yasağı Uygurlara uygulanmıyor. Üniversite giriş sınavında azınlıklara ek puan veriliyor, yıllardır ana dilde eğitim veren okulları var veya sembolik de olsa yıllardır Çin parasının üzerinde Uygurca da yazıların bulunuyor olması gibi… 

Üstelik sosyal medya da yapılan kampanya sadece bilgi çarpıtmayla sınırlı değil. Paylaşılan birçok mesajda maalesef ırkçılık diz boyu gidiyor. Çok basit ve temel bir prensip olsa da şunu belirtmekte fayda var. Birilerinin yaptığı yanlışa karşılık bizim yaptığımız yanlışlarımız yaraya merhem olmaz. Tam tersi haklı iken haksız konuma düşürür. Bir diğer mesele de akıl tutulması. Türk işletmecinin işlettiği Çin restoranını basıp içindeki Uygur çalışanını Çinli zannederek dövmek gibi mesela... Türkiye’de yaşayan Japon aktristi Çinli zannederek (muhtemelen) ırkçı tepki mesajları atmak gibi mesela... Bunlar hep başıboş sosyal medya kampanyasının ürünü oldu maalesef. 

Gel gelelim bu tepkiler neden ortaya çıktı birden bire? 

Aslında yakın dönemde orada yaşanan bir hadise yok. En yakın olarak yaklaşık bir hafta kadar önce polis kontrol noktasında durmayıp daha sonra bir polise çarptığı iddia edilen araçtan çıkan Uygurların bıçaklarla polise saldırması üzerine çıkan çatışmanın 30 kadar Uygur Türkü’nün ölümüyle sonuçlandığı bir olay yaşandı. Bu olay ne türünün tek örneği ne de Uygurlara özel olarak yapılmış bir “Zulüm”. Üstelik bu hadiseyi Uygurların yaptığı bıçaklı saldırılar ışığında düşünürseniz Çin’in bu konudaki hassasiyetini daha iyi anlayabilirsiniz. Çin devleti bu hadiseyi bir nevi kendi 11 Eylül’ü ilan edip dünyaya “Uygur terörizmini” daha çok anlatma bahanesi buldu. Akabinde de eskiden olan inanç ve ibadet özgürlüğü kısıtlamalarını sıklaştırdı. 

Ne gibi mesela? Mesela “İslami kökten dinciliği” artırdığı gerekçesiyle kamu çalışanları, öğretmenler ve öğrencilerin oruç tutmamaları istendi. Bunun yanında propaganda afişleri ile halka dinin gericilik olduğunu ve modernleşmek için dini ritüellerini takip etmekten vazgeçmesi öğütlendi. Oruç konusunda yaklaşık iki yıldır Çin Komünist Partisi, Doğu Türkistan'daki birimlere bu konuya hassasiyet göstermeleri ve bir şeyler yapmalarını isteyen bildiriler gönderdi. Mesela memurlar, öğretmenler, öğrencilere yönelik gün içinde yemekler verilip, yemek yemeleri istendi... Mesela kamu çalışanlarından oruç tutmama sözü istendi, işte olan biten hadise; üç aşağı beş yukarı bundan ibaret. 

Fakat Türkiye’de bugün itibariyle gündeme getirilen Uygur katliamı vs. gibi bir şey söz konusu değil. Üstelik bu hususta devletten bir şeyler beklemek çok da gerçekçi durmuyor. Zira Erdoğan'ın adeta soykırım diye nitelendirdiği Doğu Türkistan’da yaşanan kanlı olayların olduğu 2009 yılının hemen akabinde 2010 yılında Çin’le ‘stratejik ortaklık’ anlaşması imzaladık ve bu minvalde ilişkiler git gide arttı. Dolayısıyla bugünkü MGK toplantısından Uygur meselesine dair bir şey söylenmemesine de çok şaşmamak lazım. Benim içimdeki bit yeniği “birileri Türkiye’deki milliyetçi duyguları körüklemek istemiş olabilir mi?” diyor. Malum ülkede milliyetçilik son dönem artan bir trend. HDP’nin barajı aşması, YPG-ISID savaşı, koalisyon söylentileri, Suriye’ye girme meselesi vs. gibi mevzular geliyor akla. Ha tabi bir de Ramazan dolayısıyla insanların dini inançlarını sömürme kolaylığı da cabası. Umarım ben yanılıyorumdur. Kendi kendine olan ve büyüyen bir bilgi kirliliğidir. O hâli de hoş değil ama işte kötünün iyisi. Son olarak bu konuda mevzuyu genelde abartarak dünyaya duyuran Uygur lobisi keşke davasına daha iyi sahip çıkabilse diyeyim. 

Olası bir linçe kurban gitmemek için tüm bu yazdıklarımdan sonra şunun tekrar altını çizeyim. Çin Uygurlara ayrımcılık ve asimilasyon uyguluyor, topraklarını sömürüyor. Fakat bunun savunulması yalan yanlış bilgilerle meseleyi anlatıp, ırkçı tavırlarla sağa sola saldırmak değil. 

İsteriz ki Türkiye ve diğer dünya ülkeleri ezilen tüm dünya insanlarının meseleleri hakkında daha bilgili ve duyarlı olsun. El ele verip, zulüm yapanlara gerekli vicdani baskıyı oluşturup yaşanılan tüm bu zulümlere son versin. Ama şiddete başvurarak değil, meşru yollar aracılığıyla!


Bir de ek bilgi Murat Sevinç’in yazısından benzer bir konuda: 

“Anlamakta zorluk çekiyorum hakikaten. Bu ülkede parti liderlerinin ‘evde tuttukları’ potansiyel saldırgan kitleler mi var? ‘Hadi sokağa çıkın’ dense, caddelerde insanları mı boğazlayacaklar? Ne oluyoruz? Türkiye’nin bir hukuk sistemi yok mu? İnsan 2015 Türkiye’sine ‘evde zapt edilmeye çalışan milyonlarca potansiyel katilin var olduğu memleket’ muamelesi yapar mı? Olacak iş mi?” 

02 Temmuz 2015

“NORMAL”LEŞMİYOR MUYUZ?




“NORMAL”LEŞMİYOR MUYUZ?

Şahsen insan olmanın bir standardı varsa, her konuda olmasa bile birçok konuda standartlarla yaşayan bir insan olduğumu düşünüyorum.

“13. LGBTI Onur Yürüyüşü”nün Ramazan Ayı münasebetiyle “Hassasiyeti Yüksek Halk” tarafından baltalanmış olmasını, 12. LGBTI Onur Yürüyüşü’nün de Ramazan Ayı’nda olmasına rağmen “Aynı hassasiyete geçen yıl sahip değil miydi bu halk? diyerek bir sorun olmadan tamamlanması arasında ne gibi bir fark var diye düşünüyordum.

Cevabımı çok geçmeden hemen aynı günün akşamı aldım; gerek 12, gerek 11. Onur Yürüyüşü “Gezi Direnişi” gibi haklı halk isyanının desteğiyle normalleşme (Halkın benimsemesi) sürecine girmişti. Oysa bu yıl, geçen iki yılda geziden sonra gelen, halkın “sizin de nefes almaya hakkınız var” temalı desteğini yanlış anlayan ve son yılların popüler deyimiyle “Provokatör” ismini verebileceğim birkaç LGBTI bireyinin hadsizce “Ne yaparsak yapalım millet arkamızda” gafletine düşmesi bizi bu yıl gördüğümüz sonuca ulaştırdı.

Okunmayan bazı gazetelerin malum zihniyetteki yazarlarına laf yetiştirmeler, henüz destek görmüşken siyaset gibi ikiyüzlülük çarkına dişli olmaya çalışmalar ve her partinin mitinginde yerli yersiz dalgalanan bayrağımız, ailemize karşı bile LGBTI bayrağı açıp “Kalk çayını kendin al, ayrımcılık yapma” şeklinde ayağa düşmüş direnç gösterileri…vs. Bizi sadece insan olarak görmelerini istediğimiz insanların içine iğreti homofobi tohumları saçmamıza sebep oldu gibi. Öyle ki bir tasarım yaparken gök kuşağının gerekli olduğu bir görsel kullanmak üzereyken aldığım “O eşcinsellik simgesi, onu koymasak daha iyi” tepkisi “Normalleşmiyor muyuz?” dedirtti bana…



Aylardan hazirandı, Ramazandı, oruç tutup tutmamamız ile ilgilenen yoktu. Ülkenin yönetimi açısından arafta olduğu şu dönemde tabiri caizse “osuruktan nem kapacak” insanlar vardı. Saldırmak için, dağıtmak için, bizi geziyle yutmuş toplumun gırtlağına parmak basıp, bizi yeniden geri kusturmak ve hazmettirmemek için bekleyen, bahane arayan insanlar vardı.
Biz, yani içimizdeki “Provokatör” diyebileceğimiz LGBTI bireylerinden bir kısmı o bahaneyi bekleyen bu akbabalara ne yazık ki verdi.

Bireysel olarak özgür bir bireyim. Ailem, arkadaşlarım, çevrem tanıdığım hemen hemen herkes benimle ve benim gibi arkadaşlarımla birlikte eşcinselliği hazmetme sürecine girdiler ama sosyal medyada yayınlanan bazı görüntüleri, videoları, yazıları gördüklerinde “Onur Yürüyüşü”nün gerçek temasını onlara karşı savunmak için birkaç gün beklemek zorunda kaldım. Ve yıllardır geçtiğimiz sınavlar olsa da bu disiplin suçu, bizi bütünlemeye(İkmale, ŞÖK’e) bıraktı. 


Daha önce de söylediğim gibi: Eşcinsellik ahlaksızlık demek değildir. Aksine belli bir ahlaka görgüye, empati yeteneğine, vicdana sahip olmaktır. N 

26 Haziran 2015

KA(H)KAHA



KA(H)KAHA

Bugün hiç güldünüz mü? Gülümsemekten bahsetmiyorum. Kahkahanızın sesini duydunuz mu?

Her sabah işe gidip, yürüyen üçüncü sayfa insanlarıyla çalışıyorum. Kapıdan girdiklerinde ya "Son Dakika! ya da Flaş! Flaş! Flaş! diye espri yapmasam sabah içtiğim  kahvenin, yaptığım kahvaltının bütün enerjisini hüp diye sömüren "ruh emiciler" bunlar... 

Yaptığımız iş ne olursa olsun belli bir moralle yapılması gerekiyor.

İki küçük anı anlatıp bitireyim.

İstanbul'dayız yıl 2005 yeni açılmış bir AVM'nin bahçesindeki demirlere yaslanmış, iki kız arkadaşımla duruyoruz. Tepemizde martılar dolanıyor. O sırada kız arkadaşlarımdan biri sırtımızı dayadığımız demirlerde arkaya doğru kollarını açıp geriniyor: "Hava ne kadar güz..." tam da işte o anda sesi kesiliyor. Tepemizdeki martılardan biri yüzünün ortasına ve iki avcumu dolduracak kadar pisliyor. AVM'nin bahçesinde tek duyduğum ses kendi kahkaham ve o kız arkadaşımın "Allah'ım kör oldum, alnımdan vurdular" diye canhıraş bir şekilde çığlıkları oldu. O günü alzehimer olmazsam eğer unutamam... 




Diğer bir anı: Kocaeli'de yeni yapılmış iki yanı ağaçlarla dolu yürüyüş yolundayız. Yine üç kişi; bir kız, iki erkek. Akşam üstü şehrin bütün kuşları delirirler ve bir anda yağmur gibi şıp! şıp! her yer kuş pisliğiyle dolmaya başlar. İşte tam bu vakitlerde espriler havada uçuşuyor kahkaha atmaktan öldük öleceğiz derken şıp! sesi kız arkadaşımızın kafasından geldi. O anda sesler kesildi... zaman durdu. Kız arkadaşım kendi etrafında 180 derece dönüp arkasındaki bankta oturan yaşlı kadına: "Teyzeciğim peçete alabilir miyim?" dedi. Kadın bir an düşünüp çantasını araladı ve peçeteyi uzattı. Yanımıza döndüğünde bir taraftan saçını temizliyor bir taraftan da bizim: "Nereden bildin kadında peçete olduğunu?" şeklinde sorularımıza cevap veriyordu. "Kadın yaşlı ya, kesin peçetesi vardır diye düşündüm." Hafif bir şaşkınlıkla saatlerce gülmüştük bu duruma... :) Kahkaha atmayı ihmal etmeyin! N

23 Nisan 2015



SAMİ-NİYET!

Yaradılışıma laf yok
Duydun mu? Sustum!
Ben de bilirim doğrusunu sözün
Dil bu, Isırsan şaşırırsın aptallığına
Gördün mü? Güldüm!

Çıplak da gezebilirdim ben
Gözleri kör nasılsa insanlığının,
Vicdanı budanmış 
Senin de ilkbaharının
Söylerdi de inanmazdım
Ar damarı yokmuş indigo çocuklarının

Ego da var güven duygusu gelişmemiş özümde,
Mantık serde, nefis tende, vicdan...
Yüzüm de var konuşacak ağzıma geleni yüzüne
Duydun mu? Sustum!
Aralanmışsa perde olmuş kirpiklerin gözünde
Gördün mü? Güldüm!

Urbam vitrinde, ben yoktum içinde...
Taş mı ağırdır, laf mı sözde 
Isırdın ya etim kalmış,
 Kürdan lazım dişine

Art niyet ararım 
"Selam dünyalı biz dostuz!" diyenin,
Samimiyetinde! N

21 Nisan 2015



GAM TELİ

Haksız bir zulümle ölümsüz olmak istemem, 
Haklı bir isyanda asi olmak isterim. 
Gövdem eritsin isterim buzunu
Düşerken inanç tahtasında son kalesi

Ölmüşsem, 
Bitmiştir cihanla işim. 
Titremez tende, bitmemiş tüyüm benim. 
Alınsa da istemem çıbanın başı, 
Düşmez nasılsa arştan, 
Bedenime esansı, 

Ağlansa ardımdan ne gam!
Gardımı düşürmüş dostum 
Kılıç kuşanırken ben,
Kırsam hiddetli bir küfürle kalbini,
Biter mi hadsizliğine öfkem? 
Hadi ruhum... Uyan!

Dursun şimdi omuzları üstünde 
Kralın mağrur başı!
An geldiğinde ezilecektir,
Taş gibi ahımla, onun da başı! N

19 Nisan 2015



SEV!

Hayatımın tamamını başkalarının isteklerine, iyiliğine, çıkarlarına göre şekillendirdiğim doğrudur. Doğru bildiğim tek bir şey dışında; Kimi seveceğim!

İnsanlara istediklerini ne kadar verirseniz verin, isteyecek hep başka bir şeyler bulurlar… Sizi en iyi tanıyanından, hiç tanımayanına kadar bu böyledir.

Vakıf olmadıkları konularda çokça yorum yapmayı seven bir milletiz, kahvehane köşelerinde siyaset yapmıyor olsak da aileden gelen başkalarını yargılama sevdası bütün hayatımıza yayılır. Bir dur da kendine bak be kardeşim!




Son söylediğimi boş verin. “Kendine baksana sen!” demek, hayatınız hakkında atıp tutanların (çok umurumda değil ama) kırılmasına neden oluyor. Kırmak istemediklerinizi en azından kırmamak için susmalı. Ha benim gibi aklı dilinde olan biri için susmak çok zor. Bu zorluktan kurtulmak için ben, insanlarla olan ilişkilerimi minimum düzeyde tutuyorum, bunu yapan annem de olsa…

"İnsanlar, samimiyeti hayatınızı eleştirme hakkı olarak görüyor."




Edith Piaf kayıtlara geçmiş son röportajında aynı maksatla olmasa da “Sev” demiş.

Samimi olmak zorunda kalmadan insanları seviniz. İçlerinden birini, başka türlü seviniz. Ne olursa olsun, birini öyle sevmek, sevgi cahili olmaktan evladır! N

04 Nisan 2015



ÇÖLDE NE İŞİM VAR?

Elinize bir kalem kağıt alın. Ufak bir test yapacağız...

Yanınızda Aslan, İnek, At, Koyun ve Maymun olmak üzere bir çölün ortasındasınız. Bir kural ya da yöntem yok. (İstediğiniz mantığı kullanabilirsiniz ama hangi hayvanı ne zaman bıraktığınızı sırasıyla yazınız.) 



1. Çölde yola devam edebilmeniz için hayvanlardan birini bırakmak zorundasınız. İlk olarak hangisini bırakırsınız?


2. Yanınızda dört hayvan kaldı... Çöl ateş gibi yakıyor! Kilometrelerce uzanıyor. Her yerde kum var. Bir başka hayvanı daha bırakmanız gerekiyor. İkinci olarak hangi hayvanı bırakırsınız? 

3. Yanınızda kalan üç hayvan ile yürüdünüz, yürüdünüz, yürüdünüz. Sıcak, daha sıcak, çok sıcak. Felaket! Bulduğunuz vaha kurumuş ve devam etmeniz bir hayvandan daha vazgeçmenize bağlı... 

4. Yanınızda kalan iki hayvan ile uzun yorucu bir yürüyüşten sonra ilerde çölün bittiğini görebiliyorsunuz. Yapacak bir şey yok çölden çıkabilmeniz için bir hayvana daha veda etmek zorundasınız. Hangisini bırakıp hangisini yanınıza alacaksınız?


5. Cevabı kopya çekmeyin diye buraya yazmadım... Yorumlar kısmında cevabı bulabilirsiniz... :)

23 Şubat 2015



BENDE BÖYLE...


Uçan balona binip daha yukarılara çıkmak için bizi yere yakın tutan ağırlıklardan vazgeçtiğimiz gibi daha iyi şartlarda yaşayabilmek umuduyla vazgeçtiğimiz ilk şey hobilerimiz; bize iyi hissettiren şeyler oluyor…

Sık sık kendimden kaçmak için insanlığımı bırakıp hayvanca, gece gündüz demeden çalışmaya veriyorum tüm dikkatimi ve bir anda kaybettiğim bir şeyi; kendimi ararken buluyorum.


ASKERLİK

Malum: muafiyet hakkımın bozulması sonucu bedelli kredisini düşünüyordum. Maaş müşterisi olduğum bankadan (mesai ücretimin maaşımı geçmesi nedeniyle) bir haftada çıkmayan kredi, hiçbir ilişiğimin olmadığı devlet bankasından 30 dakikada çıktı. Bedellinin bedelini ödedim bitti!

İLİŞKİ

Hayatımın demirbaşı niteliğini hâlen koruyor. Haftanın üç gününü film izleme, çeşitli kültürel aktivitelere girişme, ilişkinin getirisi aşk oyunları, tartışmalar, tatlı atışmalar, öpüp barışmalar… Güzel…  Birbirimize yetmeyi, birbirimize yetişmeyi, birbirimizle yetinmeyi bildikçe daha da güzel…




AİLE

Her cuma “Bugün gelecek misin?” diyen annemi özledim. Büyürlerken çok fazla ilgilenemediğim yeğenlerim teker teker evleniyor; “Dayı/Amca senin sıranı kaptık yine” esprileriyle gülüp geçiyoruz. Bir gün evlenecek olmamın umudunu hiç kaybetmeyecekler…



ARKADAŞLIK

En büyük handikabım bu: Yeni dostluklara yer açamıyorum, var olanlarla yeterince vakit geçiremiyorum, zaman kavramlarımız farklı; çocukluğumdan kalma alışkanlıkla, hava karardığında evime gitmek için cebelleşiyorum.


İŞ
Bir iş teklifi aldım, tebdili mekânda ferahlık var diye kabul ettim. İstemeyerek de olsa (Genellikle işten ayrılmalar 1,5 yıl içinde olurmuş, eğer ayrılmıyorsanız o iş yerinde 3 yıl, 3 yıl içinde ayrılmıyorsanız 6 yıl çalışırmışsınız.) İstifa ettim. Vazgeçmemi istediler onu da kabul ettim. :)




SAĞLIK


Neyim var neyim yok bilmiyorum. Her gün bir diş sarımsak yemeli, bir çay kaşığı çörek otu yutmalı, bir kadeh şarap, tahıllı ekmek unu, yoğurdun suyu, üzümün çöpü derken delirmemek işten bile değil…N

17 Şubat 2015



...OL!

Kedi kadar dikkattim pür,
Yakalarsam bir ayrıntı atlayabilirim
Ve yakabilirim tüm köprüleri
Aceleci bir sabır yayılıyor içimde
Kuytuların yakmalı ve serinletmeli yaladıkça tümseklerin
Dilimi;
Arı soksun! “Aşk” diyen dilimi…

Günahım ol kirleneyim
Mabedim ol tapınayım

Ruhsuzum dizlerime kadar
Susabilirim kırılırsam aşktan,
Ve Rodin gibi taşa oyabilirim heykelimi
Tiz bir çığlık yayılıyor içimde
Dişlerin geçmeli ve akıtmalı çizdikçe tırnakların
Etimi;
 “Aşığım” diyen yazsın etime
Kanıyla kaderini…

Tuzum ol aşıma katayım
Şerbetim ol dilime damlatayım

Zincirsiz it kadar özgürüm bedenimden
Bırakırsan ısırabilirim şah damarını
Ve ayırabilirim tırnağını etinden
Keskin bir öfke yayılıyor akıl küpümde
Zehrin kıvrandırmalı ve almalı canımı verdiğin suyla
Kaşığın;
Kırılsın! “Aşksan” aşktan dönen kaşığım…

Günüm ol uyanayım
Gecem ol uyuyayım

Sen sen ol, benim ol!..N

02 Şubat 2015


BEN NASIL OLDUM?


“Seni çaydan süzgeçle tuttum.” demişti annem.  İçilebilen çaydan, çay süzgeciyle tuttuğunu düşündüm ilk başlarda ve yıllarca koskoca bedenimle o çay süzgecine nasıl sığabildiğimi merak ettim.

Ortaokula başladığımda anneme nasıl oluyor da çay süzgecine sığabildiğimi merak ettiğimi söyledim... Annem o sırada mutfakta fasulye ayıklıyordu. İstifini hiç bozmadan eğilip raftan büyükçe bir makarna süzgeci çıkararak “Çay süzgeciyle olur mu yavrum, seni köydeki büyük çaydan (dere) işte bu makarna süzgeciyle tuttum” dedi.

Sorularım annemin bu cevabıyla son bulmuştu. Diğer arkadaşlarım gibi bir leyleğin gagasında adrese teslim gelmediğim için kendimi özel hissetmiştim. Annem o çaydan beni seçmişti!
Açıkçası ortalama 5 dk süren bir zevk sonucu dünyaya gelmektense, makarna süzgeciyle tutulmuş olmayı yeğlerdim...  

Akşamüstü yeğenimin 4 yaşındaki oğlu kendi göbeğini açmış okşuyordu. "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Annesinin karnını işaret ederek "Dayı biliyor musun ben oradaymışım, annem de beni hep böyle sevmiş!" dediğinde  bir kez daha sordum:

"Kim anne ve babasının seks yaptığı gerçeğiyle yüzleşmek ister ki?" N

18 Ocak 2015



HOMOFFOBİ MİM!

Uzun bir aradan sonra yazacağımız ilk mim Geylesof dostumuzdan geldi… Teşekkür ederiz efendim… Hemen topu taçtan alıp, homodaşlara paslıyorum…

Hiç homofobiye/transfobiye uğradınız mı? 

Uğradım tabi, uğramaz mı insan… Canım ülkemde her mevsimi yaşadığımız gibi, fobinin her türlüsü de mevcut! Hatırladığım ilk anımsa şöyle: Üniversite yıllarında ajansa bağlı olarak stand hostluğu yapmıştım bir süre,  boynumda seksle hiç alakası olmayan tamamen kaşımaktan oluşmuş bir kızarıklık vardı. Beraber çalıştığım kız arkadaşlar imalı bir şekilde nedenini sorduklarında eşcinsel olduğumu bilen arkadaşlarıma; “sevgilim yaptı” deyip kahkahadan sonra “yok ya boynumu kaşıdım”  dedim. Nedenini nasılını hatırlamıyorum. O gün 2 saat içinde bulunduğum yere gelen mörş (satış destek sorumlusu) bana “marketten hemen ayrıl!” dedikten sonra aynı saatler içinde ajanstan da atılmıştım. Firma Coca Cola idi. O günden beri o markanın ürünlerini pek tercih etmiyorum...


Peki, hiç homofobik/transfobik davranışlarda/söylemlerde bulundunuz mu? 

Bulundum tabi, bulunmaz mı insan? Homofobi görmüş insanlar olarak bir yerden sonra bu savunma şeklini kullanıyoruz ne yazık ki. “Şuna bak yaa! Böyle neon tabela takmış gibi cık cık” diye söylenmişliğim vardır. Görünür olmakla ilgili sorun yaşıyoruz çoğunlukla… Üniversite yıllarımda okul kantininde çocuğun birini yaklaşıp “çok belli ediyorsun” diye eleştirmiştim. Bana neyse!





Bir LGBTİ tarafından homofobi/transfobi yapılabilir mi? 

Yapar tabi, yapmaz mı insan: Kendini kabul etmemiş bir LGBTİ bireyi homofobi/transfobi yapabilir. Eğer kişi kabullenmişse bunu yine yapabilir ama yapmadan önce iki kez düşünür. Alınırlar mı? Fobik algı yaratır mıyım diye düşünüyorum ben mesela. Bana gelince duruma göre hala homofobik tutum sergileyebilirim gibi geliyor. Henüz böyle bir durumla karşılaşmamış olsam da





Homofobik/transfobik söylemlerle karşılaşınca ne yapıyorsun? 


Zararsız olanlar karşısında, zararsız derken “hop, top” şeklinde küçümseyici sözler karşısında gülüp geçiyorum. Amma velâkin iş “Bunların köküne kibrit suyu” hâlini alıyorsa o kişiye “Orda dur bakalım!” dediğim çok olur. İş arkadaşım “la bunların hepsini bi binaya toplayıp yakacaksın” dediğinde. “Yıllar evvel bir otelde yakılan Aleviler gibi mi?” dedim. Bunu söyleyen kişi alevi idi. Ayrımcılığa uğramış biri olarak ayrımcılık yapılması çok ironik. Korkularımız bizi korktuğumuz şeyi reddeden hâline getiriyor.




Ailene/arkadaşlarına açıldığında fobik durumlarla karşılaştın mı? 

Karşılaştım tabii, karşılaşmaz mı insan: Anlık tepkiler, uzun vadeli iğnelemeler…  Aile konusunda şanslı olanlardanım. En yakın arkadaşlarım ve eşleri konusunda da öyle ama zaman zaman heteroseksüelliğe özendirme çalışmaları ve küçük imalarla hâlâ savaşıyoruz… Herkes sabırla dönüşeceğim günü bekliyor! Ve uzun süre bekleyeceğe benziyorlar.


Kimleri mimlemek istersin?


Tanrı onların karşısına homohobik insanlar çıkarsın diyerek…
Aleph ve  Liseli Homo'yu mimliyorum… N

15 Ocak 2015



KIŞ UYKUSU!


Yalındım, yalnız, yalın ayak ve çıplak!
Babamın dünya eviydi konakladığım…
Onun girmeye,
Benim çıkmaya can attığım kapıydı,
Hayata açılan…

Hayat dolsun diye içeri,
Açtığım kapıları kapatmam ardımdan
Söylenir annem:
“Kapısız yerden mi çıktın be oğlan!”

Dilim, dinim, yoktu işaretim.
Tek tapınağım göğüsleriydi annemin…
Ey Adem’in çocuğu!
Kime sövüyorsun durmadan?
Kardeştik şimdi eğer
Baban olsaydı babam,
Çıksaydık aynı amdan!

Yalındım, yalnız, yalın ayak ve çıplak
Endişelerim, yoktu şüphelerim
Beni hayatta tutacak
İplerim vardı sıkıca tutunduğum
Koptu!
Kuklasıydım toplumun,
Elimde kalmasaydı dananın kuyruğu.

Parkım, bahçem, yoktu bir dikili taşım,
Azıcık aş, ağrısız baş üstüne bir hayat kurdum.
Duvarlarım vardı harflerden ördüğüm,
İnatla sözlerimin ardında durdum!
Hayat sahnemde bir güler, bir ağlardı iki yüzüm…

Yalındım, yalnız, yalın ayak ve çıplak
Aciz atlar gibi yığıldım çatlayarak!
Bir babanın sıktığı son kurşun,
Bir ananın sütüyle boğduğu son kuşak!
Şahmeran gibi doğrulup kuyruk acısından,
Ben de uyanırım baharda

Bu kış uykusundan! N

13 Ocak 2015



ZAMAN, VİCDANSIZ ZAMAN!

Bu yıl hiç görmediğim kadar çok gördüm geçmiş yılın özetini yapıp süzgeçten geçiren... Şahsen bu yıl geçmişle yaşadığımdan nasıl geçtiğini pek anlayamadım. İnsan bir zamana karşı aidiyet duyduğunda başlıyor ayrışma; düşünceler, söylemler, ithamlar, kavgalar, tekmeler, yumruklar ve tükürükler havada uçuşuyor...

2014 ülke için vasat bir yıl… daha da kötüye gidecek olabilir, buna engel de olamayacağız belki ama susmak da çözüm değil, dolmayı beklemek de... Konuşmak, iletişim kurmak, anlamaya çalışmak önemli olan...

Birkaç gün önce katıldığım bir seminerde neden buradasınız diye sorduklarında "Anlamaya çalışıyorum." dedim. Kendini öldüreni de, ülkeyi gereni de, olaylar karşısında duyduğumuz öfkeyi de...

İntihar süsü verilmiş psikolojik baskı cinayetlerinin üzerine gidilmeden konuşulması, yenilerini doğuracak ki doğuruyor da... Hepsine “vah, tüh!” deyip geçiyor oluşumuz ise çok ironik! Ölüme giderken mesaj verme kaygısını da doğru bulmuyorum. Vicdansızları yok oluşunuzla cezalandıramazsınız. Onlara karşı en büyük cezayı, onlara rağmen yaşıyor olmakla verebilirsiniz.

Tartıştığım ve yaşamımı eleştiren birçok insanın varlığıma olan öfkesini, varlığımı inatla sürdürerek sindirebildim. Size, sizden başkasının yardım etmesini beklemek bir ütopyadır. İnsanların tek yaptığı kendinden güçsüz olanın sırtına basmak olduğundan, hafifçe olduğunuz yerde doğrulup bu tür insanların sırtınızdan/yakanızdan düşmesini sabırla bekleyiniz. Allah aşkına görüşmediğiniz insanları ve nedenlerini bir düşünün!


Hadi giyinin vicdanınızı, çizin sınırlarınızı, alın elinize patlamış mısırınızı, 2015 seyri çoktan başladı…N

02 Ocak 2015



ÇAMUR!


Ne yana dönsem kıble mi olur bana cehennem?
İçim yanmış, aklım şaşmış, kafam karışmış
Bir su ver, bir akıl
Yılandan bir söz gerek sarılacak
Ki korkmam.
Geç karşıma yalanlar anlat!

İbresi şaşmış pusulayım, yönlerim ayıp,
Akla yatmayan selamlar olsun düşmanıma
Dostlarım kayıp!

Arsız oldum, yüzsüz oldum, sözler verdim kendime!
Sırlar…
Çenesi düşük cırcır böceği gibi
Eteğimden döküldü taşlar…
Ne ben anlayabildim dilinden,
Ne anlatabildin…

Çamurdan mı olmuş insan, hamurdan mı?
Yoksa yalandan mı?

Tek bir hayat yaşadım.
Çamlar devirdim, çamdan düştüm
Ben o yağmurda oynanmış, çamurlu toptum.
Rengini balçıktan almış, o meşhur 
Camdan bakan kızdım!

Yar oldum,
Brütüs’ten hallice yarendim düşmanıma,
Ve şeytanıydım dostumun
Cehennem cücelerini tekmeliyordum da
Kıldan inceydi,
Kader diye yazılmışa boynum…N