16 Şubat 2010




OTUZ YEDİ DERECE



Aklım dağılır, ben olurum!
Gidiş gelişlerim,
İçimden yeni hücreler doğurur...
Kalbim kaynar o vakit!
Vücudum kan ter içinde,
Terimden yeni bir can peydah olur...
Evirir çeviririm de önümdeki resmini hayalimin,
Bilemem ne getirir,
Tanrı'nın kaderimdeki eli...

Aklım dağılır, ben olurum!
Otuz yedi derecede.
Nefes nefese,
Titrerim, içim akar!
Getirebilmek için yaşam suyumu
Mumlar yakmalı zıhnimde
Ruhumun karanlık oyunu...

Aklım dağılır, ben olurum!
Tüm saatler sustuğunda
Köşeli bir zevk düşer kasıklarıma
Tangır tungur
Akarken ben sana doğru...NaKHaR



VAZ-CAYDIM-GEÇTİM



İnsan olarak isteklerimiz çok önemli, bunu hepimiz biliyor, bu istekler doğrultusunda hayatımızı, bize sunulan imkanlar dahilinde, yönetmeye çalışıyoruz... Bunun yanında eş dost ve diğer tanıdıklarımızın hayatı hakkında söz hakkı sanıyoruz kendimizi, onların hayatına etki edebiliyoruz fakat, kimse kimsenin kuklası olmuyor, yalnızca fedakarlığı ve özveriyi biraz abartanlar oluyor gerçekten düşünüldüğü vakit...

İnsanız, isteklerimiz var ve olacak da elbet, bazı istekler üzerinde haddinden fazla direttiğimizde ve karşılığında başarısızlık gördüğümüzde farkediyoruz ki aslında arada bir vazgeçmek gerekiyor, ama arada bir, her zaman değil...

Şimdiye kadar elde ettiklerim, elde etmek için bütün gücümle diretmelerimin ürünü, kimi zaman savaşmak olarak algıladığım bir olmayacak duaya amin deme, gerçekleşmeyecek hayalin peşinden koşma durumu...

Bir şeylerden gerçekten vazgeçtiğimde, ortaya nasıl bir enerji çıkıyorsa vazgeçtiğim isteğim ayaklarımın altına seriliyor... Ama değeri göründüğü kadar ahım şahım değil diyorum o zaman işte... Arada bir hastalıklı uzvunuzu kesip atmak gerekir ve bunu yaptığınızda hayatınıza umulmadık bir denge geliyor... Bazen hiçbir şey yapmamak da bir şeydir...

Ben bağımlı bir insanım bütün ilişkilerimde, şimdiye kadar ki arkadaşlarım, ailem, vazgeçtiğim bir çok kişi oldu ve bu vazgeçişlerimden galip ayrıldım hep... Vazgeçiş kararının bana ait olmaması da benim için ekstra bir avantaj sağlıyor, çünkü vicdanen rahat oluyorsunuz, ev tutmak için ne kadar direttiğimi bilenler bilir, sonunda anladım ki tutmak değil mesele devam ettirecek heves önemli olan, yakın bir zamanda bu vazgeçişlerim beni bir kez daha bir adım ileriye taşıyacak, güçlü hissediyorum...NaKHaR

12 Şubat 2010





BAŞKA BİR ŞEY...



Çağdaş dünyanın herşeyi dile döküldüğü, formüle edildiği, terimlerde görünür kıldığı, varoluş atmosferi, eşcinsellik olgusunu öteye toplumun sıradanlığından olabildiğince öteye itiyor. Bu iç gıcıklayıcı konunun hayatımızın her alanında yerli yersiz dile gelmesi ve bizi hala şaşırtmaya, eğlendirmeye, yüzümüzü al al etmeye, dudak ısırtmaya devam etmesinin nedenini, kendimize rağmen belirleyebilirsek, eşcinsel aşk üstüne gerçekten, başka bir dilde ve düzcinsel bir kodlamanın gölgesinde kalmadan farklı birşeyler söyleyebiliriz gibi geliyor bana...

Bu noktada eşcinselliği toplumsal azınlıklarınkinden farklı bir varoluş olarak görüyorum. Empatiyle çözümlenebilecek, bizimmiş gibi yakınlık sağlanabilecek bir konu değil.

Eşcinsel aşk her aşk kadar güzel, her aşk kadar biricik, dünyaya tutulduğunda her aşk kadar kimsesiz ve toplumsal koşullarda her aşktan çok daha fazla savaşçıdır... Her aşk göze aldıklarımızın bir toplamı ise, eşcinsel aşk bu noktada başlı başına bir göze alma, cüret etmedir... Bunun dışında aşklarımızı birkaç sözcükle anlaşılabilir kılmayı amaçlayan düzcinselliğin hegemonyası zaten eşcinsel olalım, düzcinsel olalım hepimizi kısıtlamakta ve kurutmakta değil mi?





Görünürlük mücadelesi veren eşcinseller bu yüzyılların ürünü olan mitolojinin bulutu yüzünden ciddi vakit kaybediyor. Dünyanın düzcinsel sağlamasında "Cinselliğin loş köşeleri" , "Aşkın öteki yüzü" gibi söze bulanan bu hayata giden bütün yollar kesilmiş oluyor.

Eşcinsel aşka edebiyatın hangi kapısından girilir? Mann'ın Eschenbach'ıyla Forster'in Maurice'i aynı tutkuyla mı yazıldılar? Proust'la Rimbout tanışır mıydı? Burroughs, Tennessee Williams'ın dünyasına sığabilir miydi? Stein ile Woof o mektupları birbirine yazarlar mıydı? Gide ile Genet aslında aynı çağda yaşamadılar mı? Sait Faik'in aşkı Nahid Sırrı'nın yazısında karşılığını bulabilir miydi? Bilge Karasu ile Selim İleri aynı iklimin aşkını mı yazdılar? Murathan Mungan kimin akrabası? Küçük İskender hangi eşcinselliği yazıyor? Yazılarında eşcinselliğe yer vermiş bütün yazarların dökümü ve incelenmesi eşcinselliğe nasıl bir duyarlılıkla yaklaşmamız gerektiği konusunda kesin bir sonuca ulaşmamızı sağlayacak mı? Kesinlikle hayır! Her aşkın dünyayla ve nesnesiyle ilişkilenme biçimindeki yeganelik üzerine aydınlanırız olsa olsa...

Bir erkek, bir erkeği: bir kadın, bir kadını sever. Kuracağımız ikinci cümle mutlaka politik olacaktır.

Cogito "Aşk" sayısı, Bahar 1995

04 Şubat 2010


ÜZGÜNÜM, ARDIMDA KALDINIZ

Nereden başlasam bilemiyorum aslında, hayat küçücük beklentilerimi karşılamakta pek bir aheste davranıyor, oysa sizlerin beklentilerini karşılamak için bir robot kadar duygusuz, bir makine gibi ruhsuz ve bir hayvan kadar içgüdüsel hareket etmem gerekiyormuş... Üzgünüm, ne bir robotum, ne makine, ne de bir hayvan, sadece insanım...

İnsan ulaştığı noktada geçirdiği zorlu labirentleri çabuk unutuyor bunu anladım, bıraksaydınız koşmadan önce yürümeye çalışırdım, yürümeden önce ayakta durmaya ve de emeklemeye... Çünkü sadece bir hayvan doğduğu ilk gün ayaklanır ve koşar sendeleye sendeleye... Üzgünüm yapamadım...

Yaşadıklarım normal standartlarda bir insanın kaldırabileceği türden şeyler değildi bunu biliyorum, ardıma baktığımda çeşitli olaylar karşısında ne kadar da güçlü durmuşum meğer, gücümün tükendiği hiç olmamış o zamanlar, şimdi oldu işte, tükendi...



Ağlarken keşke anlatsaydı diyeceğiniz şeyler okuyacaksınız, ama yaşarken anlatsaydım anlayamayacağınız şeylerdi bunlar... Okurken bir amacım vardı aranızda, sizin gibi olmamaktı gayem, siz bilmediniz, kiminiz okumanın gereksizliğinden dem vururken sırtımdaki ağırlaştırdığınız yükle ne engeller aştığımı anlayamadınız... 

Okulda ödevini bütün çocuklardan önce ben yapardım siz görmediniz, sizi en çok ben anlardım konuştuğunuzda, söz alacak yaşa hiç gelmedim nazarınızda, ruhumun en rahat olduğu yer okuldu üstelik, Zoraki de olsa dinleyenler veyahut en küçük başarıyı taktir edenler vardı konuştuğumda, sahte bir destek yoktu ya da yalandan sırt sıvazlanması, benim başarımla konu komşuya hava atanlar yoktu orada boğuluyordum yetişkinlik dönemine kadar bir odamın olmadığı o evinizde...

Onca yıl beklentilerinizi karşılamak için didindim durdum, sadece sizin için değil, dışarıdaki tüm tanıdığım insanların beklentilerini, ilkokul da orta okul mezunu olmak gerekiyordu iş hayatı için, ortaokulda lise mezunu, lisede üniversite üniversitede de yetmiyordu bir tane daha okumak gerekiyordu, iş hayatı diploma istiyordu utanmadan, o diplomayı aldığınızda yanında tecrübe istiyordu görüşmelerde bıyık altından gülerek alaylı takımı yerini alacağınız korkusuyla "reddedildi" damgası vurarak başvurunuza...



Siz bunları hiç bilemediniz ben gitmeden önce, oysa bir dokunsaydınız bam telime, ne türküler söylerdim ağlayarak size, dokunmadınız ve dinlemediniz hayır şimdi satır satır atlamadan okurken bunları bir yandan ağıt tutturacaksınız en sessizsizinden ama ben biri gözyaşı dökmeden de ağladığında bilirdim ve dinlerdim onu...

Bir küçük veda olsun bu size, her zamanki gibi sorularıma sorunlarıma cevap beklemediğim...

Ben Günah Yüklenen Adam... Hayattaki bir kadının oğlu... Kendine odaklı beş kişinin kardeşi, Bir çoğunuzun arkadaşı, bir kaçınızın merakı ve bu dünyada tanıdığım anlayışlı nadir insanlardan birinin sevgilisiyim...

Üzgünüm, hepiniz hayatta kaldınız, ben öldüm...NaKHaR

Bir gün aklımı ve umudumu tamamen yitirirsem ardımda kalacaklara bırakacağım uzun bir nottur...Henüz hayatla savaşımın tam göbeğindeyim...