TEKNE KAZINTISI
Acılarımız hâlâ taze, biz henüz büyümüş
hissediyorduk… Büyüdükçe biz, ölümlerimiz de hayata kattığımız yaşamlar gibi
artarak çoğalıyordu. İlk kez bu bayram öncesi “tek başıma” arife günü babamı
yalnız ziyaret etme fırsatı buldum. Yıllara yayılan birikmiş ve bastırılmış tüm
hislerimle: Henüz hayatımın başında terk etmiş olmasına kızgınlığım. Tam
baba-oğuldan öte arkadaş olacak zaman bırakıp gitmiş olmasına kırgınlığım;
diğer aile bireylerinin onun gidişini yanı başlarındaki eşleri ve çocuklarıyla
kolayca atlatabilirken yalnız kalmış olmaya içerleyişim. Annemin zaman zaman
kızıp “Hortlayasıca!” zaman zaman özlemle “Yanımda olsaydı!” şeklinde ortaya
çıkan değişken duygularına karşı, içimdeki onca anlam karmaşası içinde
mezarlığın arasında -babama doğru- yürüyordum!
Yürüyorum, yalnızım ve giderek
güçsüzleşiyor, ayaklarım asfalta yapışıyor, dizlerim titriyor, yutkunuyorum,
gözlerim doluyor, kendimi toparlıyorum “Hayır ağlayamam, şimdi olmaz!” Yürüyorum
yol uzuyor, ben bir adım atıyorum, babam iki adım uzağıma düşüyor mesafe açılıyor!
İnsanları izliyorum kovalara su dolduranlar, ellerinde dua kitapları taşıyanlar…
Ben ne su götürüyorum babama, ne okuyacak
bir dua biliyorum, pardon pardon hatırlıyorum: aklıma bir dua
geliyor…
Sonunda ulaşıyorum… Başını kaldır diyorum
içimden sağ tarafıma bakıyorum Körfez ayaklarımın altında! “Ne de severdin sen denize
nazır evleri!” Denize nazır bir mezar babamınki…
Mezar taşındaki ismi yabancılaşıyor: “Babamın
ismi neydi?” Dur işte orada! Yolun hemen kıyısında… Yutkunuyorum! Hayır, hayır,
hayır…
İçimden selam verip ayak ucuna
oturuyorum, gözlerimden yaşlar akıyor, ellerimle otları koparıyorum, dua
bitiminde amin der gibi gözlerimi siliyorum, siliyorum ağlıyorum. Sahne
ışıkları hep daha çok ağlayanlarda olduğundan ben hiç ağlamamıştım ki! Kimdi
onlar? Benden rol çalanlar kimdi? Babamı hiç sevmeyenler onlar değil miydi,
anlamayanlar?
Hiç ağlamadığım şekilde ağlıyorum, hiç
dokunmadığım gibi dokunuyorum toprağına, ellerime otlar batıyor koparıyorum,
onların acısına mı babamın acısına mı ağlıyorum birbirine karışıyor her şey!
Küçük bir taş alıp, birkaç gün önce
yağmış yağmurun yumuşattığı toprağı eşeliyorum, sonra daha büyük sivri bir taş
bulup daha çok temas ediyorum toprağına! “Ah bi su kabım olsaydı.” diyorum. O sırada
iki küçük çocuk “Çapa yapalım mı ağabey? Gönlünden ne koparsa!” diyorlar. "Tamam yapın" diyorum. Biri
alelacele elindeki kazmayı vurup toprağı eşeliyor, diğeri sağa sola bidonla su
döküyor…
“Sadece çapa yapın, suyu bana bırakın”
diyorum. Onlar gidince, tuttuğum gözyaşlarımı yeniden bırakıveriyorum… Mezarının
dört bir tarafını yavaşça yıkıyorum… -O gün hastanede insanlar onu yıkarken
dokunamamış olmanın tüm özlemiyle!- hıçkırıklarım arasından “Çok yalnızım” çıkıveriyor!
Bir dua ediyor ve ayrılıyorum…
Geri dönüş yolunda “Benim asi oğlum beni
ziyarete gelmiş, bak komşu bu benim tekne kazıntısı!” dediği, hastanede son
gördüğüm günkü sözleri beynimde yankılanıyor… N
2 yorum:
duygular aynı..
farklı dillerde, farklı ellerde..
sadece sabır dileyebiliyorum..
En çok sabra ihtiyacımız oluyor dinmesi için ya da sadece sabra... Hepimize...
Yorum Gönder